
Selamunaleyküm kıymetli Nedamet okurları. Bugüne kadar sizlerden başka kimseye hitap etmedim ve Nedamet dışında herhangi bir dergiye/platforma yazma gereksinimi duymadım. Bugün sizlerle uzun bir yolculuğa çıkıyor ve ilk defa “tefrika” yazmaya niyet kuşanıyorum. Bu yolcuğun ilk durağı olan yazım için sizlerden büyük bir tahammül istirham ediyorum. Nitekim bizler biliyoruz ki; Allah israilin belasını elbet verecektir. Hadi Eyvallah.
***
7 Ekim 2023
“Gideceğiniz yerde güvenlik önceliğine riayet etmeye özen gösterin!” dedi ve ekledi Bülent abi; “Önce ekipman sonra can güvenliği!”
Bu cümleyi ilk duyduğumda hayli yadırgamış, “Ama bu etik dışı bir yaklaşım değil mi?” sorusuyla mukabelede bulunmuştum. O zamanlar çaylaktım tabii. Savaş muhabiri olmanın zorluğu burada başlıyordu çünkü. Amacımız savaş bölgesine intikal edip bir dizi gezi düzenlemek ve gerisin geri yurda dönmek olsaydı şayet, güvenlik önceliğindeki birinci madde can güvenliğimiz olurdu. Aslolan savaşın kanlı yüzünü dünyaya göstermek. Kimse bizi TV ekranlarına çıkarıp orada yaşadıklarımızı sormayacak. Çektiğimiz görüntüler, yaptığımız röportajlar bizi aradan çıkaracak ve her şeyi onlar anlatacak.
Gel gelelim adımız medya. Ne zaman bu kavramı dile getirsem, aklıma Shakespeare’ın dudak uçuklatan piyeslerindeki yarı çapkın yarı arsız ama çokça tahrike açık tiratları gelir. Kanalın önündeki devasa mikrofon heykeline tırmanıp avaz avaz haykırasım gelir;
“Ah adı medya olan işveli yosma! Zehir teşnesi yahut sihirli şırınga! Sana sahip olan neyden mahrum kalır? Senden mahrum olan hangi güç ulaştığı zirvede mukayyet kalır? Ah adı medya olan işveli yosma! Nesin sen? Kitleleri soğuk kanlarla uyandıran ve uyaran bir elçi, bir hakikat çerisi mi? Yahut elindeki elma sepetiyle kitleleri derin bir uykuya çağıran sarkık burunlu adi bir cadı, kurnaz bir dilenci mi? Desem ki had cezasının infazında kullanan sihirli sopasın, değil. Desem ki iki ucu kenef mamulü bir necaset değneğisin, yine değil, yine değil! Ah adı medya olan kadim silah! Sen nesin?”
Fakat işler böyle işlemiyor. Bu yönde dönmüyor dünya. Gazeteci diyoruz. “Fikir işçisi” olarak geçiyor yasalarda adımız. Bu mesleğin ve künyenin hakkını veren birçok arkadaşımın varlığı, işime olan saygımı muhafaza etmeye yetiyor. Annemin kaygısı beyhude diyemesem de onu ikna etmeye yetecek kadar somut gerekçeler yok elimde. “Git sokak röportajları yap! Savaş muhabirliği nedir Allah aşkına? Asker yolu gözler gibi yolunu gözlüyorum her gidişinde. Gözüme uyku girmiyor evladım… Afganistan Savaşı’ndaki o görüntülerin bir türlü aklımdan çıkmıyor. Ne olur, bırak şu işi…” Böyle söylüyor annem. Afganistan’da arkamda patlayan bombayla şöhret kazanmamış mıydım hem? Yeleğimin önündeki “Press” yazısı bunca yıl korumadı mı beni?
Lewis Hine, “Fotoğraflar yalan söylemez ama yalancılar fotoğraf çekebilir” diyor. Körfez Savaşı’nda Amerika’yı haklı çıkarmak için deklanşör tetiğini eskiten güdümlü medya unsurları, binlerce yalan fotoğraf servis ederek dünya kamuoyuna “Haklı Amerika” imajı sergiledi. Tıpkı Afganistan Savaşı’nda Afgan ulusunun Türkiye’ye olan ümidini kesmek üzere, ABD askerlerinin tanklara Türk Bayrağı takmalarındaki kalpazanlık gibi; Körfez’de de türlü oyunlara alet olmuş satılık bir medya vardı. Bunu ben biliyordum ama kaç kişiyi ikna edebilirdim? Şayet bu olayı fotoğraflayabilseydim işte o zaman konuşmama gerek kalmaz, bir tek fotoğrafla tüm dünyaya gösterebilirdim gerçekleri. Bu yüzden hak veriyorum Bülent abiye. Her şeyden önce ekipman güvenliği!
***
8 Ekim 2023
Uçak yolculuğunu sevmiyorum. Havaalanından otele nasıl geçtim, onu bile hatırlamıyorum. Olan bizim Mehdi’ye oluyor ama yapabilecek bir şeyim yok. İnsanın huylarıyla barışık olması gerekmez mi zaten? Huyum bu. Uçarım ve 5 saat boyunca şarap kazanına düşmüş zangoç gibi dolaşır, kendime geldiğimde de hiçbir şeyi hatırlamam. İşte huyum, işte buyum!
Tatlı bir uykunun ardından Mehdi ile otel restoranına indik. Asansörden inerken Selim abinin nasihatleri geldi aklıma. “İsrail’de gözünüz kapalı her şeyi yiyebilirsiniz!” demiş, o çok sevdiği ahkam kesme aparatı olan yakut işlemeli 9.25 ayar gümüş yüzüğünü eveledikten sonra; “Benim diyen Müslüman’dan daha sağlıklı beslenir, sığır etinin sinirlerini bile sıyırıp öyle pişirir bu Yahudi milleti. Çok çok tereyağlı yumurtayı özlersiniz! Çünkü hayvansal gıdaları birbiri ile karıştırıp tüketmezler asla. Yani öyle tavuk döner yanına açık ayran olayı falan yok orada.” diye de eklemişti. Öyle de yaptık. İsrail gastronomisi ağızlara şenlik!
Tel-Aviv sokaklarında yürüyüşe çıkmak için hazırdım artık. Önümüzdeki birkaç haftayı düşününce, güven içinde yürüyebileceğim son günüm bu olabilirdi.
Türkiye’deki antisemitizm’e anlam vermek çok zor. Buradaki insanlar tuhaf görünüyor olsa da dört tarafı düşmanlarla sarılı bir devlet var ortada. Saddam Hüseyin bile canı sıkıldıkça Tel-Aviv’i bombalıyordu. İsrail’in Filistin halkına yaptığı aşırı saldırıları asla tasvip etmiyorum ama İsrail böyle yaparak kendisine tehdit oluşturan ülkelere göz dağı vermek amacı güdüyor biraz da. Bu düşüncelerimi Mehdi’ye açmıyorum elbette. İyidir, hoştur ama biraz fazla komplo teorisyeni. Yok Arz-ı Mev’ud, yok vaadedilmiş topraklar, yok Kabbala, yok Siyonizm bla bla bla… Ona kalsa, dağda sığır güderken uçurumdan aşağı düşen çobanın ayağının takıldığı taşı kaldırsak altından Yahudi çıkacak! Ah Mehdi ah…
“Birkaç günlük vaktimiz olsaydı Beerşeba’ya giderdik.” dedi Mehdi, “Atatürk Meydanı’nda sana sübye ısmarlardım.”
İlk önce benimle kafa buluyor sandım. Meğer Beerşeba’da gerçekten Mustafa Kemal Atatürk Meydanı varmış. Sübye de Yahudilerin milli içeceğiymiş. Hatta şöyle bir şey anlattı Mehdi; 2008 yılında Beerşeba Belediye Başkanı meydana Atatürk büstü açılışı yaparken, “Beerşeba Cephesi’nde şehit düşen Türk askerlerine karşı şimdiye kadar eksik kalan bir görevi yerine getirmekten gurur duyuyorum” demiş. Bunu duyunca kafam karıştı biraz. Hemen meseleyi gogulladım. Anlattıkları doğruydu evet. Beerşeba Cephesi’ni de ilk defa duyuyordum. Hemen onu da gogullayıp meseleyi öğreniverdim. Şöyle yazıyordu Wikipedia’da; “Birüssebi (Beerşeba) Muharebesi, Osmanlı’nın Filistin cephesinde Birüssebi bölgesinde I. Dünya Savaşı sırasındaki çatışmaların adı. Osmanlılar, 30 Ekim 1915 tarihinde Hicaz Demiryolu bağlantısının ve Birüssebi istasyonunun resmi açılışını yaptılar. Açılışa ve kutlamalara üst düzey yetkililer ile birlikte 4. Ordu komutanı Cemal Paşa da katıldı.
Osmanlı cephesinin sol kanadını düşürmek için, Büyük Britanya birlikleri Birüssebi üzerine hücum etti. Anzak atlı birlikleriyle Albay İsmet Bey komutasındaki 3. Kolordu arasında yarım günlük bir mücadelenin ardından Birüssebi, 31 Ekim 1917 akşamı İngiliz kuvvetleri tarafından ele geçirildi. Böylelikle Osmanlı cephesi tehlikeli bir duruma girmişti. Bunun için 5 Kasım’da Gazze boşaltıldı ve 7 Kasım’da İngilizler Gazze’yi ele geçirdiler. Bundan sonra ise Osmanlı kuvvetleri çekilmeye, İngiliz kuvvetleri de ilerlemeye başlamıştı.”
Bu işte bir gariplik vardı. Nitekim İsrail Toprakları, Yahudilere İngiltere’nin bir armağanıydı. Buna rağmen Türkleri böylesi taltif etmek akla ziyan bir şey. Yine de takdir edilesi! Boşuna “İsrail ile düşman olmak için hiçbir sebebimiz yok” demiyorum. Bunları da söylemedim Mehdi’ye. İyidir, hoştur ama bir nebze yobazdır en nihayetinde.
Tel-Aviv sokaklarında savaşın hiçbir izi yok neredeyse. Ben uyurken bir aralık siren sesleri ayyuka çalmış. Duymadım. Atmosferik olarak Antalya’nın birkaç gömlek küçültülmüş haline benzeyen bu şehir elbette daha samimi bir görünüşe sahip. Eee boşuna “Akdeniz’in başkenti” demiyorlar. Otelin balkonundan Yarkon Nehri’ni görmüştüm. Uzaklar yukardan yakın görünür gerçeği bir kez daha gösterdi kendini. Bulunduğumuz noktadan yürünecek bir mesafe değilmiş orası. Avare kasnak gibi sadece turluyoruz bölgeyi.
Tel-Aviv için bir de “Uyumayan Şehir” diyorlarmış. Gece hayatı oldukça hareketliymiş. “Yanımda Mehdi yerine kafa dengi biri olsaydı keşke” dediğim anlardan biri daha! İyi adam, hoş adam ama eğlence kültürü yok. “Âlemlere akmak”tan anladığı tek şey tekkeye gidip zikir çekmek.
Bura için Ortadoğu ülkesi demeye bin şahit gerek. Yavneh Caddesi’ndeki en büyük bar olan Evita meğer dünya genelinde en popüler gay barlardan biriymiş ve homoseksüellik burada hayli yaygınmış.
İnsanlar oldukça garip. Bir kesim alık tavırlı yumuşak insanlardan diğer bir kesim ise radikal tutumlu dindar vatandaşlardan oluşuyor. Kendi inanç sisteminin gerektiği gibi yaşayan insanlara her zaman büyük bir saygı duyuyorum. Türkiye’deki Arap kültürüne ait şalvarlı sarıklı Arapsevici tiplerin de inançlarına bu kadar bağlı olmalarını dilerdim.
Çenelerine kadar uzanan peyotlarıyla ve siyon yıldızlı kipalarıyla tuhaf bir görünüşe sahip çocukların tiksinti dolu bakışları nezaretinde otele doğru yürürken; o bakışların altındaki derin korkuyu düşündüm bir ara. Hiçbir çocuk değil savaşta ölmeyi, savaşı görmeyi hatta düşünmeyi bile hak etmiyordu.
Evet, buradaki huzur dolu ilk günümüz sona erdi. İsrail savaş hazırlıklarını tamamlamış. Sabah ateş hattına doğru yola çıkacağız. Umarım yarın akşam tekrar görüşebiliriz sevgili anı defterim.
Sana, bana, barışa ve şerefe…
Devam edecek…
Muhsin Gazi ERDEM