112 views 14 mins 2 yorum

Meşale

In Öykü
Mart 21, 2022
Serinin ilk yazısını görmek için tıklayınız.

 “Bir dakika bakar mısın?” dedi. İrkildim evvela. Dönüp baştan ayağı süzmeye başladım. “Buyur” ile “Hayırdır?” arası bir mesafede ağırladım vatandaşı. “Kulak misafiri oldum” dedi. Bir kaşım yukarı kalktı gayri ihtiyari. “Evet” ile “Eee?” arası bir desibelde icabet ettim beyfendiye. “Çok şey duymadım ama bir cümleniz dikkatimi çekti, merakımı mazur görün ama ‘Benim kanım üniversite amfisinde çekildi’ ne demek?” Tekrar süzmeye koyuldum herifi. Herif dediğime bakma, kırçıl saçlı, düzgün giyimli, didon sakallı, kemik gözlüklü, alımlı bakımlı bir adam. Burada daha evvel görmüşlüğüm de yok. Elemanı görsen, “Bir sille at da ilim sahibi olalım be reis!” dersin. Haza beyefendi adam vesselam. Neyse, tuttum kolundan, ahanda şu masaya oturttum. “Kimsin, nesin, necisin, ne yer, ne içersin?” diye sormadan, bodoslama girdim mevzua. 

“Ulan Nihat! İki demli kıdemli çay çek bey ağabey ile bana!” deyip, sol ayağımı iskemlenin ayağına, sol bacağımı masanın altına salladım. Elim sakalımda, dirseğim masada; “Bey ağabey, sana sormadık ama bu masa çaydan başka meşrubat tanımaz. Kusurdan sayarsan kusur senden yanadır, bilesin” deyip,  başladım anlatmaya:

“Sene 93 bey ağabey. Zehir gibi talebeyim Allah canımı almasın. Hocalar sınıfa dönüp soru sorar ara ara, bilirsin. Benim kol omuzdan kırılmış da elim hava kalmış gibi daima dimdik. Her soruya verecek cevabımız, her cümleyi tamamlayacak noktamız var o sıralar evelAllah. Hal o hal oldu ki; hocalar beni görmezden gelmeye, diğer öğrenciler içten içe sövmeye başladı. Derken birinci sınıfı yüksek ortalamayla devirdik. İkinci sınıfın başında, kulakları çınlasın Fersude hoca çağırdı beni odasına. ‘Bak evladım’ dedi, ‘bunu söylemek bir akademisyen için zor ama; biz sana yetemiyoruz burada. Aklın varsa, niyetin ortadaysa çek git buralardan. Ortalaman yüksek, geleceğin parlak, yolun açık. Bu sözümü yabana atma! Sağlam bir üniversiteye aldır kaydını.’ Ezilip büzüldüm, taşındım düşündüm. O vaziyet çıktım odadan.”

“Ulan Nihat, çayın çay değil haysiyet kokuyor be!”

“Nerede kalmıştık bey ağabey? Heh, hatra düştü… Çıktım Fersude Hoca’nın odasından. Çok geçmedi, birkaç hafta sonra İstanbul’a gittim. Birkaç üniversite gezdim, konuştum, vaziyeti ikrar ettim, kenarı çekildim. İşin içinden çıkamadık bey ağabey. Kuyruğumuzu kıstırıp, gerisin geri oturduk aşağıya. Tabi benim kafa karıştı bir kere. Neyse bey ağabey, bizim hayat uzun metraj, sana fragman geçelim. Develer tellal oldu gördük, pireler berber oldu gördük, beşik sallandı, hükümet yıkıldı, olan oldu, ölenin ahı tuttu derken, en son mezuniyetin ucunu gördük. Tez alabileceğim birkaç hoca vardı. Şöyle kallavi bir tez yazmak için sağlam bir hoca lazımdı bana. Allah var, Neriman Hoca da akademisyen gibi akademisyendi. Diğerleri koftiden şeyler isteyip, bitirme tezini geçirme tezi kıvamına getirip, bozuk turnike hesabı herkesi mezun ediyordu. Neyse bey ağabeyim, destur deyip girdim Neriman Hoca’nın odasına. Evvela beni gördüğüne memnun oldu kadın. Çay ısmarladı, yaparız dedi, filanca gün filanca sınıfta toplanıp tez konularınızı dinleyeceğim, kendine bir konu belirle dedi ve yolcu etti. Takvim takvimi kovaladı, büyük gün geldi çattı. Sınıfa bir girişim var ağabey, peh! Yiğitler salınmak görsün! Er oğlu bulmuş ya tez konusunu, Zaloğlu Rüstem gibi girecek sınıfa tabii! Neyse ağabeyim, kıçıma layık bir sandalye bulup oturdum. Bir sağıma baktım bir soluma. Bir de ne göreyim ağabey? Sınıfta var 14 kişi. Mesele kaç kişi olduğumuz değil bey ağabey! Bir başına bir erkek benim, hoca dahil alayı hanfendi! Ulan dedim, hiç değilse bizim İbrahim burada olaydı ya! Neyse, Neriman hoca öyle dedi, böyle dedi, hatır sordu, hatır verdi, posa ayrıldı, mevzu öze geldi… ‘Evet, sırayla tez konularınızı söyleyin bakalım’ deyip, sözü cam kenarındaki çalışkan öğrenci sırası müdavimi ablamıza verdi. Ablamız yayvan konuşan, çenesi bir acayip, burnu estetik bir Allah kulu. ‘Hocam’ dedi, ‘ben Kapitalizmin işçi sömürüsü gıyabında mukayeseli gelir çalışması yapacağım.’ Neriman Hoca’nın ağzı kulaklarına dayanmasın mı? ‘Aferin benim kızıma!’ deyip, sözü diğer vatandaşa havale etti. Diğer öğrenci ablamız önce biraz gerindi, boğaz temizledi ve kabara kabara; ‘Erkek egemen bir toplumdaki ötekileştirilen kadın hezeyanına dair bir araştırma yapacağım’ dedi. Neriman Hoca o dakka şekil değiştirdi, çiçekler açtı, gönendi. ‘İşte benim biricik kızım! Aferin sana!’ deyip, iltifatları şiir etti. Diğer ablamız ise bir öncekinden mülhem; ‘Hocam! Ben de erkek vandalizmi hakkında muhteşem bir tez yazacağım!’ deyip, hocayı cezbeye getirdi.”

“Ulan Nihat! Bey ağabeyimizin çayı soğudu, tez elden tazele!”

“Neyse ağabeyim, söz döndü dolaştı, tez konuları havada voleye kalktı, biri çıkıp; ‘Kapitalizmin eril retoriği’ dedi, bir diğeri ‘Allah erkeklerin ne zaman belasını verecek’ başlığını mimledi, öteki ‘Anam babam sana feda olsun diploma’ dedi, bir sıra önümdeki abla ise; ‘Erkekler yaşamalı mı ile erkekler niçin yaşamamalı arasında muadil müvazene’ başlığını adam edip Neriman Hoca’yı dört köşesi tamamlanmış afyon keyfine serdar etti. Zurnanın son deliği olduk bey ağabey. Sıra geldi şu gariban kardeşine. Hayretten çıkıp da gayrete vasıl olamadık bir türlü. ‘Haydi evladım, söyle tez konunu’ dedi Neriman Hoca. Kendime gelip, ‘Batı tefekküründeki uygarlık tasavvuruna konjonktürel bakış açısı ve müstakbel medeniyet çağrışımı’ dedim. Neriman Hoca buz kesildi, sınıfın iklim şartları değişti, fayanslar gıcırdadı, arkamdaki öğrenci hanım abla kalemi yere düşürdü, kara tahta renk değiştirdi, saatin tik-tak sesi ayyuka çaldı, Neriman Hoca gözünü yumdu, ağzını açtı; ‘Zinhar ama zinhar kabul etmiyorum!’ Niçin demeye kalmadan Osmanlı askeri görmüş Anzak neferi gibi kudurdu da coştu. ‘Sen post-modernsin, aykırısın, yapamazsın, yapmayacaksın, uygarlığı ne bilirsin, medeniyet sizin semte uğramış mı da medeniyetten söz edersin’ falan fişmekan derken, Neriman Hoca Joe daltona dönüştü, etti bizi Averell. İnsanız nihayet. Bizim de sabrımızın bir sınırı var bey ağabey, yanlışım varsa hop çek!”

“Ulan Nihat! Şu çayı mapusta demlesen tüm koğuş tahliye reddeder Allah canımı almasın! Çay değil âb-ı hayat mübarek, heyt beee!”

“Neyse ağabeyim, ben kalktım ayağa. ‘Yazık olsun hem bize hem size! Güya akademisyensiniz öyle mi? Slogan atmaktan başka ne işe yarar çoğunuz? Memleketin en büyük yobazları varoşlardan değil üniversitelerden çıkıyor hoca! Sabahtan akşama kadar kuram ezberliyor, ezberletiyorsunuz. Değil yeni bir kuram geliştirmeye, en ucuzunu reddetmeye yetecek cüretiniz yok. Değil reddetmeye, aykırı bir ses duymaya tahammülünüz yok. Bütün memleket üniversitelerden gelecek bir ittihat meşalesine muntazır vaziyette hürmet pınarları çağlıyorken, sizler istibdatın lügatçesine kendi isminizi yazıyorsunuz. ‘Vicdanı hür nesiller’ dedikçe, vicdanı azad ediyor, ‘aklı hür nesiller’ dedikçe, aklı yele veriyorsunuz. Allah aşkına, siz ne yapmaya çalışıyorsunuz?” demeye kalmadı, bizim bey ağabey zıpladı havaya! İlk önce ben de anlamadım İlhami ağabey. Evvela dedim ki; ahanda bizim bey ağabey cezbeye geldi, bütün çay ocağına üçlü çektirecek. Lakin işin aslı o değilmiş ağabey.

Ulan Nihat! İlhami ağabeyime çay çek, ben bey ağabeyle çok içtim!

“Siz delisiniz, delirmişsiniz!” deyip uzaklaşmasın mı? Meğer bey ağabey akademisyenmiş. En baştan ayıkmalıydım İlhami ağabey. Tonla muhabbet ettik seninle. Herif bir tek “Benim kanım üniversite amfisinde çekildi” cümlesini ayıklamış. “Şennur bekar mı?” diye sormak varken, niye bunu sorasın ki yani, öyle değil mi İlhami ağabey! Hay dilimi!

Ulan Nihat! Çaylar iki oldu aslanım, gargara yapacam!

Neyse İlhami ağabey. Vaziyet ortada. İşte gördüğün gibi. Senden gayrı kiminle konuşsam tek bir yaftaya müptela kılıyorlar beni. Hoş, bazı bazı sen de deliye bakar gibi bakıyorsun yüzüme. Şu verdiğin pozu en iyi ben bilirim be ağabey. Bizim bahçedeki çamın altında çektiydim fotoğrafını. Ne kıyak gülüşlü adamsın be ağabey! Yine öpücüklerle ıslattım fotoğrafını. Seni öldüren ben değilim öyle değil mi ağabey?

Ulan Nihat! Küfür asab-ı müsekkinedir, asabımı sukuta çayla mı erdireceksin yoksa küfürle mi?

İlhami ağabey. Mezun olamadığım için hâlâ kızıyor musun bana? Benimki de laf işte. Ruhaniyetin şad olsun. Mezun olamasam da; senin gibi, senin istediğin gibi başı dik gezdim şu yaşıma kadar. Hani Mehmet Akif “Kesilir belki fakat çekmeye gelmez boynum” diyor ya bir şiirinde… İşte o mısrada sen geliyorsun ağabey. Neyse ağabey. Bu hergelenin çay getireceği yok. Son bir cüzüm kaldı, gidip onu tamamlayalım. Allahaısmarladık İlhami ağabey.

Ulan Nihat! Bey ağabey hesabı ödeyip gittiyse ve sen ondan para aldıysan, ölümlerden ölüm beğen oğlum!

Muhsin Gazi ERDEM


      
2 comments on “Meşale
Bir yanıt bırak
You must be logged in to post a comment.