162 views 15 mins 7 yorum

Mum

In Öykü
Mart 14, 2022

Güzellik diyorduk İlhami ağabey. Geçen bizim Şennur’u gördüm. Hani şu liseden kalma belalım Şennur. Hatırladın değil mi? Hatta bir keresinde kızın teki bana baktı diye, tek celsede yolduydu kızın saçını başını. Kızı da beni de kendini de madara ettiydi okula. Küp tayyaresi gibi yan basa basa senin yanına geldiydim, hatırladın mı şimdi? Heh o Şennur. Allah affetsin, Rabbimin gücüne gitmesin amma yüzüne bakmaya çekinirdim. Utandığımdan falan değil haa! Nasıl desem, nasıl da denir ki şimdi? Yahu özün özü; çirkindi be ağabey. Gülme sen de İlhami ağabey. Estağfurullah tabii. Neyse, geçen gördüm işte. Amma ki görmez olaydım. Ne yapmış kendine, ne etmiş, ne yemiş de o hale gelmiş, anlamadım. Yanlış anlama haa, bilirsin beni. Dünya ahret bacım olsun, o çirkin Şennur olmuş sana şems-i nur. Allah sahibine bağışlasın, orası ayrı mesele. Hadise başka zaten ağabey. Güzelliğe çelme takmayı, hatta çalım atmayı öğrendik güya. Ne alakası var deme. Güzellik dediğin şey müdahale kabul etmez ağabey. Güzellik dediğin şeydeki katıksız insicam, var olduğu suretiyle güzeldir. Anlayacağın ağabey, bizim Şennur şemsiyesiz bir yağmura tutulsa yine dönecek lise haline. Hay dilim kopsun! Vaziyeti sana daniska etmek için yoktan günaha girdik iyi mi? Estağfurullah, Estağfurullah, Estağfurullah. Unut şimdi Şennur meselesini ağabey, benden devam edelim. Bak mesela bana. Ben güzel bir insan mıyım? Yahu bırak maytap geçmeyi, yekten söyle. Ben güzel bir insan mıyım? Yaşa! Eyvallah ağabey, sen de çok güzel bir insansın. Farz-ı muhâl, yani imkansız ama; diyelim ki ben kötü bir insanım. O zaman güzel olmaya mı çalışırım yoksa güzelliğe dönmeye mi?

Ulan Nihat! Buraya bak buraya! İlhami ağabeyimin devreler esoes verdi bir tık. Bize iki demli ve kıdemli çay çek.


İlhami ağabey, bir insan güzel insan olmaya çalışmaz ağabey. İnsan zaten güzeldir. Eşref-i mahlûkat diyor ağabey, var mı ötesi? İnsan olarak doğuyoruz en nihayetinde. Güzel ve temiz doğuyoruz. Sonradan çirkinleşenlerimiz oluyor haliyle. Çirkinleşenler oluyor ama güzelleşenler olmuyor ağabey. İnsan, ilk günkü temizliğini müdafaaya çalıştıkça güzelleşiyor. Şu tepemizi yapraklarıyla kaplayan ihtiyar söğüt mesela. Bak şuna, bir bak! Ne kadar güzel öyle değil mi? Aksini iddia edenin alnını karışlarsın, onu hepimiz biliyoruz. Ne de olsa yengemin isminin baş harfini kazıdın ya, alın da karışlarsın, kurşun da yakarsın. Tamam tamam homurdanma. Söğüt işte. İhtiyar söğüt. Güzel söğüt. Niçin güzel? Çünkü yerini değiştirmedi ağabey. Tohumken düştüğü toprağa nankörlük etmedi. Söğüt tohumuyken, okaliptüs fidesi vermedi. Gel de anlat işte ağabey. Geçen iki silindir kafalı hayta konuşuyordu kendi aralarında. “Çınar yaprağı adamdır!” dedi tıknaz olan. Sonra söğüt ağacını işaret edip; “Bir de şuna bak! Sanki Deli Burhan’ın püsküllü fistanı!” demesin mi? İkisi birden koyuverdi kahkahayı. Benim sinir zangırtıya durdu, tepemin tası kaynadı kudurdu. Söğüt lan bu! Güzel dediğin şey, bütünüyle güzel. “Duvarın şurası güzel olmuş ama şurası çok kötü!” hadi ordan! Ya tamamı kötü ya tamamı güzel, o kadar. Söğüt de hikaye İlhami ağabey. Bizim Meczup Burhan ağabeyi kattılar işin içine. “Ulan kavatlar! Şu yeryüzünde Burhan ağabey kadar kaç güzel insan tanıdınız?” deyip, verdim peşlerine. Tıknaz hergele bile tazıya döndü o dakka. Gülme İlhami ağabey. Burhan ağabeyimiz kırmızı çizgimizdir, kimse ofsayta düşmesin! Adamın dilinden dünya kelamı duyan olmamış daha. Bak bu adam veli, benden söylemesi. Altında kırmızı bisan, dilinde Ayet’el Kürsi, her pedalda ayrı zikir. 5 vakit camiye gidiyor adam. Gafil bunlar ağabey. Neymiş, başında avrat yaşmağı, üstünde yeşil fistan varmış. Eeeee? Gün gibi deliymiş. Yürü lan deve! O deliyse hepimiz zırdeliyiz İlhami ağabey, yalanım varsa hudut çiz. Laf söyletmem Burhan ağabeye. Veli insan o. Güzel insan. Bak ağabey. Biz güzele değil, güzeli görebilene hasret kaldık. Güzel kalabilene hasret kaldık. Plastik güzelliklere alıştık nihayet. Ülfet, hayretin katilidir. Ey şanı yüce Allah’ım! Bunca aşinaya karşı, artır benim hayretimi!
Ulan Nihat! Nerede bizim çaylar?
Beş yıl oldu hâlâ çay getirecek bu hıyar. Bakma, Nihat da güzel insan ağabey. Babası nasıl devretti ise Nihat da öyle sürdürüyor çay ocağını. Başkası olsa bin kere kafeye çevirirdi mekanı. Nihat güzel insan ağabey, çelmesiz insan.
Geçen Süleyman’ı gördüm bizim kötü bakkal Cahit’in orda. Kirpi yavrusu gibi sırıtarak telefonla uğraşıyordu. “Ne o Süleyman, Köksal Baba’yı mı izliyorsun?” deyip, girdim koluna. “Yok be kral, hatunla mesajlaşıyorum” dedi. Allah var, bir an nevrim döndü. Hadi kaşla göz arası evlendin de kardeşim, nasıl olur da beni çağırmazsın? Yok İlhami ağabey, ben de senin gibi yanlış anlamışım mevzuyu. Meğer hatun dediği gaco. Sevgili yani. Bir de fotoğrafını gösterip, “nasıl reis” demesin mi? Tövbe Estağfurullah. “Çek lan şunu kavat!” deyip, kaçırdım gözümü. “Bu hatun fenomen fenomen. Sen anlamazsın reis” dedi. Bak bak, züppeye bak! “Ben mi anlamayacağım? Onca kitabı boşa mı yaladık lan biz?” deyip, görüngüden girip, yörüngeden çıktım. Çıkmaz olaydım ağabey. Harbi boşa yalamışız onca kitabı. Fenomen dedikleri şey, tıkıldakmış. Yani sana tıkladıkça fenomen oluyormuşsun. Öyle bir şey işte. Süleyman’ı sildim defterden İlhami ağabey. “Benim hatun bir fotoğraf paylaşıyor, anında on bin kişi beğeniyor” dedi. Kanım çekildi ağabey. Yahu düşün, ayıptır söylemesi ben yavuklumla yolda yürüyeceğim, elemanın teki gelip benim yârime; “Çok beğendim” diyecek, ben de gurur duyacağım. İlhami ağabey, bunlar bizimle kafa buluyor. Süleyman güzel insan değil anlayacağın. Süleyman çok değişti diyorlardı sağda solda. İnanmazdım. Yanılmışım meğer. Güzel insan, büyüklerini alaya almaz ağabey, yanlış mıyım?


Ulan Nihat! Getireceğin çayı zebaniler içsin e mi!


Ne güzel dinliyorsun İlhami ağabey. Güzel insansın. Beş yıl oldu, tahammül etmeyi öğretemedin bana. Nasıl bu kadar tahammül erbabı olabiliyorsun? Senin kadar güzel olmak vardı be ağabey. Kimse sen gibi tahammül etmiyor bana. Oysa ben de güzel bir insanım ağabey, yalanım varsa tükür suratıma.
Senden güzel olmasın, Homeros da güzel insan İlhami ağabey. “Gençlikte ve güzellikte akıl arama” diyor. Gittiği yere kadar haklı. Şimdi kalkmış, utanmadan “Güzellik görecelidir” diyorlar. Göreceli olan şey nasıl güzel olabilir İlhami ağabey? Güzel, aklı tuş edecek bir kere. Kodum mu oturtacak! Aforizmalar geliştiriyorum ağabey. Mesela; güzel olan şey kargoyla gelmez. Posta almakla kargo almak aynı şey mi ağabey? Anacığımın ağlamasına sebep olan o askerlik celbi bile güzeldi İlhami ağabey!


Ulan Nihat! Bizi adam yerine koymuyorsan bilelim oğlum!


Nihat’ın bizi adam yerine koymadığı falan yok aslında İlhami ağabey. O da herkes gibi beni deli yerine koyuyor sadece. “Bir demli çay ver!” desem, koşa koşa getirecek. “Fotoğrafa çay mı içireceksin ağabey?” demişti 5 sene önce. Odur budur çay getirmiyor hergele. Babamız güzel insandı İlhami ağabey. Daima “ağabey-kardeş bir ömür sırt sırta verin” diye nasihat etmişti, hatırla. 5 yıl önce senin tabutuna sırt verdim ağabey. Bir ağabeyin varlığı daima cesaret verir insana. Sen benim yanımdayken cesarete ihtiyaç mı duyardım İlhami ağabey? Sen yokluğunla cesaret verdin bana. Cesurca konuşuyorum işte böyle. Hatta dün ikindi vakitlerinde Nergis ablayı gördüm parkta. Yanında küçük oğlu vardı. Oğlan tahterevalliden mi düşmüş ne. Çığlık çığlığa ağlıyor yavrucak. Nergis abla da senden iyi olmasın, erkek gibi kadın. “Sus be sus, geberesice!” diyerek hırpalıyor oğlanı. O sıra beni gördü Nergis abla. Çocuğa dönüp, “Ağlarsan seni ona” veririm dedi beni işaret ederek. Allah seni inandırsın ağabey, mahalleyi inleten çocuk dut yemiş bülbüle döndü o dakka. Çocuklar güzel insan İlhami ağabey. İki dakika önce etini çimcikleyen anasına bir sarılma sarıldı, sorma gitsin. Mırıldandı sonra yavrucak; “Beni o deliye verme anne” dedi gözyaşlarını silerek. Eskiden delikanlıydım ağabey. Benim kanım üniversite amfisinde çekildi. Gitti kan, kaldı deli. Tüm analar delilerden korkar mı ağabey? Anamız da durup durup; “Bu kadar kitap okuyacak ne var evladım, kafayı oynatacaksın Allah muhafaza” derdi, hatırladın değil mi?


Ulan Nihat! Dellendirme beni!


Kitap diyorduk İlhami ağabey. Kitaplar eskiden güzeldi. Geceleri mum ışığında okuduğum kitaplar ayrı bir güzeldi ağabey. “Oğlum şu mumu söndür de zıbar yat artık!” dediydin o akşam. Ben ayrı hesapların peşindeydim. Gece yarısı Nizarla buluşacak, arızalı şeyler yapacaktık. Buluşma saatini beklerken okuduğum o kitap öyle sarmıştı ki beni, saati unutmuştum çoktan. O kitap eskiden güzeldi ağabey. Apar topar gocuğumu giyip dışarı çıkmıştım parmaklarımın ucunda. Mum yanıyordu ağabey. “Söndür de zıbar yat!” dediğin o mum, cayır cayır yanıyordu ağabey. Sonra kitaplarım yanıyordu. Ardından ikimizin odası… Koca bir ev yanıyordu ağabey. Ben bilmiyordum. Her şeyi bilen ben, bir mumun evimizi yakacağını, seni, anamı ve babamı benden alacağını bilmiyordum. Aradan beş yıl geçti ağabey. Beş yıldır tek bir kitabın himayesinde yaşıyor bu mücrim, bu hayta, bu serkeş kardeşin. O kitap, en Güzel’in kitabı ağabey.
Neyse ağabey, güzel konuştuk bugün de. Şennur’un da ardından konuştuk. İyisi mi gidip usulünce helallik isteyeyim. Haydi kal sağlıcakla!


Ulan Nihat! Bizim çaylar iptal.

Muhsin Gazi ERDEM