205 views 8 mins 0 yorum

BİZ BİZE

In Deneme
Haziran 14, 2022

NOKTALAMALAR

Olmaya bırakılmışlık diyor Heidegger. Batının 2500 yıllık tarihinin de bu “olmaya bırakılmışlık”a müdahale olduğunu söylüyor. Hoş kendisi bu müdahaleyi eleştiriyor da Hitlere destek olmaktan, Nasyonel Sosyalist Parti’nin destekçisi olmaktan çekinmiyor. Olmaya bırakılmışlık kavramını okuduğumda benim zihnimde tebellür eden şey fıtrat oluyor. Eşyanın tabiatı, değiştirilmezse, ona nazar doğru mevkiiden yapılırsa o eşya kendini açıyor. Tahakküm kurmaya kalktığında o eşyayı önce bi güzel metalaştırıyor sonra da canına okuyorsun. Başkasının yanlışını göstermekle doğru olamıyorsun. Derdimizin devası Heidegger’de değil, her yönüyle orijinal bir zât görmek derdindeysek Muhyiddin İbnül Arabî Hazretleri’nde bence. Eşyaya tecelli gözüyle bakınca 2500 yıllık kötü hikayeye dahil olmayı reddetmiş oluyorsunuz baştan. Heidegger de okuyalım Muhyiddin İbnül Arabi de. Ama muttali olalım; birinin Nazilere yardımdan tescillendiğine diğerinin de fütuhatlarıyla Kainatın Efendisi’ne muhatap edildiğine.

***

Günlerin bir türlü geçmeyişine nazire yapmak istiyorum şimdi.
Günlerin bir türlü geçmeyişine nazire edecek cesareti bulmak kolay değil. Günlerin bir türlü geçmeyişi ile günlerin sürekli- daimi bir geçişe sahip olması yan yana ise hiç değil. Günler hem hiç geçmiyor, hem günleri yakalamak mümkün değil. Zaman artık ileriye doğru süratli gidişini de kaybetmiş. Kırılan bir şeyler var. Bunlardan biri de zaman. Zamanın kırılması nasıl mı oluyor? Bunu görmek isteyen sabah işe gitmek için evden çıktığında insanların gözlerinde kor ateş gibi yanan anlamsızlığa dikkat kesilsin. Çocukların sokağa değil bilgisayarlara koşuşundaki çarpıklığa baksın. Müşterinin gözündeki kandırılmışlık hissine, bayinin sözlerinden tüten kalpazanlığa kulak kesilsin. Zaman kırılıyor diyorum. Kırılan şey katıdır. Zamanın kırılması onu bizim onu önce katılaştırmamızla doğrudan alakalı. Zamanı kendi ellerimizle katılaştırdık. Sonra da onu paramparça ettik. Kırılan şey kolay kolay tamir olmaz. Ki zaman aslında cisim değildir. Ama bir Çin atasözü onun bize katı bir şeyden başka bir şey olmadığını söyleyecektir: Vakit nakittir. Vaktin nakit olmadığını ikrar edenler içinde yaşadıkları dünya itibariyle vakitlerinin tarumar olduğunu çoktan ilan eden zümredir. Ahmet Haşim haykırmıştı vaktinde. Müslüman saatinin yitirilmesi yalnız Müslüman saatinin değil insanlığın saatinin yitirildiğini haber vermişti aslında. Ancak bu haberi almak kolay değildi. Haberi alamadık. Haberden olan uzaklığımızın nedametini yaşıyoruz şimdilerde.

***

Scientia propter potentiam.” demişti F. Bacon. Bu söyleyişiyle bilginin artık insanlık için nerede durması gerektiğini ilan etmişti. Bu ilan alelâde bir filozofun ilanı değil, modern dünyanın temel mottosunun ilanıydı. Bilginin güç olması bilenin bu “bilgi” ile irtibatında neyi merkeze alması gerektiğini, “bilgilendikten” sonra neyin değişmesi gerektiğini tayin etmişti. Modern düşüncenin yükselişinde ve merkezileşmesinde köşe başında duran hususlardan en ehemmiyetlisi “kozmos”un yıkılması ile ilgiliydi. Öyle ya da böyle Platon’da “idea” olarak kendini bulan ve eşyanın hakikatinin var olduğu, insanların onu elân görmekten aciz oldukları inancı yitmiş; yerine ise eşyanın göründüğü hale indirgenmesi, dolayısıyla müşahedat ile hakikat tesviye edilerek hakikat fikri büsbütün silinmişti. Teleolojik yani nesnelerin hangi gaye ile meydana geldiklerini anlamayı ihsas ettiren kainat anlayışı yerini boşluğa terketmiş, eşyadan muradın ne olduğuna dair bir arayışın doğru olmadığı anlayışına varılmıştı. Bilimsel bilginin kıymetinin raptedildiği yer de tabiatı teftişten ibaretti. İnsan artık müfettişleşmiş, kendisine bahşedilen manzaraya nazar etmek artık yerini “oluş”a müdahale ederek kendisine biçilen haddi aşmasına bırakmıştı. Artık bilgi nesnesi bakımından değil, faili bakımından ele alınmakta, eşyanın hakikatinin ne olduğuna dair bir arayış yerini bu eşyaya bakan gözün ne istediğine terk etmişti. Ezeli-ebedi bir varlığın olmadığı, dolayısıyla gayenin de, yaşamanın da manasının yalnız maddeye hapsedilmesiydi mevzubahis edilen. Hakikat sorunu kavranacaksa da artık entelektüel kesinlik sorunu olarak kavranmalıydı. Bilginin tesisi insanın kendi kapasitesine, dünyasına hapsedilmiş, transandantal-aşkın anlayış yerine rasyoneliteye bırakmış ve entelektüel kesinlik sorununun çözümü ise matematik – geometride bulunmuştu. Dış dünyada bir musahhih (doğrulayıcı) ilkeye gerek kalmaksızın matematiğin a priori olarak kesinliği ile mevzu çözülmüş ve insan aklı nihai olarak Tanrı’nın yerine ikame edilmişti.

***

İbda külliyatında “şiir idraki” kavramı önemli bir yer tutar. Şiir idrakine vasıl olmak sırrı duymak demektir. Dır ve tırlarla biten, hadiseler karşısında hayretini ve diriliğini kaybetmiş, bu kaybedişi de sanki kendi tefekkür kuvvesiyle halletmişcesine kesin konuşan tavırlardan tiksinir İbda külliyatından haberdar olan. Büyük Doğu “nasıl”ı İbda “niçin”i örgüleştirirken şu üzerimizdeki yıldızlı gökü konu edinerek bizi maddeye hapsedenlere karşı emin yolu işaret ederler. Necip Fazıl’dan fazlaca bahsedip, Salih Mirzabeyoğlu’nun adını anmayanlardan geçilmez ortalık. Halbuki Necip Fazıl’ı gerçekten anlamak isteyen onun örgüleştirdiği sistem uğruna hayatını sarfeden, bu sarfedişi ise bir mazuriyet değil, en coşkun, mesrur bir savaşcı gibi yerine getiren bir ismi es geçmemelidir. Adalet her şeyi yerine tevdi etmektir. Adaleti talep etmek ise Müminliğin vazgeçilmez işaretidir.
Şimdilik bu kadar.

Fatih TEKİN

/ Published posts: 64

Nedamet'te yazar. Son Kıvılcım dergisinde editör. İlk kitabı "Modern ve Postmodern Kıskacında" 2023 yılında yayımlandı. Erzurum'la İstanbul arasında.

Bir yanıt bırak
You must be logged in to post a comment.