Türk, ne bitaraftır ne de taraftar; Türk yalnızca taraftır. Taraftarlık tarihte bir rol almamış, etkinliğini yitirmiş milletlerin sanına yakışır. Tarafsızlıksa bir gün bertaraf olmakla sonuçlanacak hazin bir hikayedir.
Türklerin birinci cihan harbi sonrası taraf olmaktan çıkarılmasından daha kötüsü varlık gücünü taraf olmaktan aldığını unutması ve varlık gücüne tekrar taraf olmakla kavuşacağını bilmemesidir. Osmanlı imparatorluğunun gücüyle, sınırlarıyla övünerek, ‘Türk’ün Türk’ten gayrı dostu yoktur.’ diyerek Türk’ün tarafgirliği hatırlanamaz.
Türkler, tarih sahnesindeki yerini tekrar almak istiyorsa taraflarına dair kaideleri, onu millet haline getiren değerleri bilmeleri gerekir. Bunu göz ardı ettiğinizde sizi var eden gücün vasıflarına hakim olamaz, inceliklerini göremez, mevcut tarafların vasıflarını taklit etmekten öte bir yol bulamazsınız. Bu yol size belki bir güç katabilir, hatta sizi bir taraf haline de getirebilir fakat tarihi yerinize değil taklit ettiğiniz yani Türk’ün karşısındaki gücün, yerine konuşlanmış olursunuz.
Evet Türklerin tarih sahnesinde açtığı taraf halen boştur. Çünkü onun yerine talip bir nesil çıkmamıştır. Kapitalizmin göz kamaştırdığı asırda, Türk’ün tarihi tarafına talip olacak nesli bu topraklar dahi çıkaramamıştır. Çıkmayınca kapitalizm kendi düşmanını yahut rakibini kendi yaratarak ve onun karşısında daima üstün kalarak varlığını rakipsiz göstermeyi başarmıştır. 21. asrın en büyük illüzyonu işte budur.
Neredeyiz ? Türk ihalarının dünya pazarına sunulup, ölüm makinası olmaktaki başarısıyla övünenlerin kendini Türk addetiği yerdeyiz. Kapitalizmin gurur verdiği yerdeyiz. Türk’lüğün tam karşısında gururlu ve neşeliyiz!
Diller, milletlerin karakterini, tavrını ve tarafını sinesinde taşır. Türk’ün tarafını unuttuk madem Türkçe’den, kelimelerden yola çıkarak Türk’ü aramaya koyulacağız. Daha yolun başında birçok kelimeyi unuttuk, bir çoğunu kullanılamaz hale getirdik, 500 kelimeyle düşünür olduk diyenler çıkacaktır. Hayır, 500 kelimeyle bile düşünemez olduk!
Diller arasındaki üstünlüğün, kelime sayılarıyla ölçülmesi ilmi tespit değil, zenginliğin parayla, gücün ağır silahlarla ölçüldüğü çağa(kapital-küresel) en uygun çıkarımdır. Bu çıkarımı bir kenara bırakıp elde kalan 500 kelimenin bir harita olduğunu hesaba katmak gerekir.
Dillerin de tarafı vardır. Türk’ün tarafıysa Türkçe’nin tarafıdır. 500 kelime bilip Türkçe’den tarafı olmak mümkünken, 5000 kelime bilip Türkçe’den tarafı olmamak, kelime(kitap) yüklü merkebin durumu gibidir. Çünkü Türkçe’den tarafı olacağım diyenin kabul etmesi gereken ilk şey, İslâm’dır. Bu yargıya Türkçe’deki Arapça kelimelerin ağırlığından yani Türkçe-Arapça etkileşiminden değil Türkçe-İslâm bağından ulaşıyoruz.
Nemrut kelimesini ilk kez ne coğrafya derslerinde ne de İslâm’i hadiselerde duymuştum. Nemrut, kelimesini daha çocukken annemin ağzından duydum. Birisi için nemrut dediğinde, nemrut ne demek diye sormuştum anneme. Bu kelimeyi duyduğum annem ne Nemrut’u tanıyordu ne de Nemrut dağını biliyordu. Ama nemrutluğun sıfatını çok iyi biliyordu.
Nemrut’a, Türkçe’nin baktığı nazardan bakabilendir Türk. İncelediğim Arapça lügatlerde, ‘namrud’un özel ismi dışında sıfatlaşmış hali yok. İngilizce lügatte, ‘nimrod’, usta avcı olarak, olumlanmış bir şekilde sıfatlaşmış. Türkçe’de ise yüzü gülmez, acımaz, can yakıcı şeklinde sıfatlaşmış. Dillerin de bir tarafı yani safı var dedik. Türkçe’nin tarafsız bir dil olmadığını, tarafını, safını ayan beyan ortaya koyan kelimedir Nemrut.
Soru şu: Tarafını Türkçe’den çıkaramayanlar; Türklükten Türkçe’yi çıkarabilecekler mi?
Olgun VERİM