292 views 7 mins 0 yorum

Doğruyu Bulmak Mı Doğru Bulmak Mı?

In Deneme
Nisan 07, 2023

Temel meselemiz hayatın hangi alanında olursa olsun ‘doğru şeyi bulmak’ oldu daima. Fakat o şey’i, doğru bulmayı çoğu kez ihmal ettik ve hesaba katmadık.

Meselâ ömrümüzün bir kısmını doğru insanı bulmaya vakfettik. Bu durum arayan insana zamanla yürünebilen her yolu mübah gösterdi. Çünkü doğru insanı bulmadaki ‘doğruluk’, arayan insana altı boş bir ahlâki zemin sağladı. Yaptığı her yanlış davranışın ardında ‘doğru insanı arama’ masumiyetine sığındı.

‘Doğru insan’ tabirinin -neye ve kime göre?- değişkenliği daha doğrusu subjektifliği tüm sakıncalarıyla bir kenara dursun. Doğruyu arayan kendini değil bulduğu şeyleri doğrular veya yanlışlar. Doğru insanı bulma, kusuru yahut güzelliği karşıda aramakla alınabilen bir yol olsa gerek. Doğru insanı arayan kuralları daima kendi koyar, kendine göre koyar. Doğruluk arayanın kurallarıyla örtüşür. Örtüşmüyorsa o şey doğru olmaktan çıkar.

İnsan böylesine çatallı bir yanlışa düşmekten nasıl sıyrılır bilmiyorum. Çatallı yanlış ne ola?  İzini sürdüğümüz doğruya ulaşmak uğruna yaptığımız şeyler bizi o doğruya ulaştırır lâkin ulaşmak uğruna yaptığımız şeyler bizi o doğruya iten esasımızı yok eder. Doğruya ulaşmak için yola çıkarız, ulaştığımızda ise o doğrunun düşmanı haline gelebiliriz. Bu bağlamdan İsmet Özel’in 45 yıl evvel sorduğu soru zikre değer: “Güçlü bir topluma ulaşıp onun Müslümanlaşmasına mı; Müslüman bir toplum oluşturup onun güçlenmesine mi çalışacağız?”

Doğruyu bulmaktan vazgeçmeyi mi teklif ediyorum? Hayır. Doğruyu bulma hastalığının, doğru(düzgün) arama zafiyeti doğurduğunu hatırlamak istiyorum. O vakit meselemizin sorusunu soralım: Öncelik doğruyu aramak mı olmalı doğru aramak mı?

Zahidin birisi alacaklısını bekletmemek için komşunun bağından geçerken 5 akçesini düşürmüş. Köye varıp durumu anlatınca alacaklı parayı aramayı teklif etmiş. Zahid, alacaklıyı kendi bağına götürmüş. Didik didik her yeri aramışlar fakat bir akçe bile bulamamışlar. Alacaklı, zahide dönerek “Parayı burada kaybettiğine emin misin?” diye sormuş. Zahid, “Ben akçelerimi komşunun bağında kaybettim.” deyince alacaklı hiddetlenmiş: “Yanlış yerde doğru para aranır mı?” Zahid şöyle cevap vermiş: “Peki ya doğru yerde yanlış parayı bulursak?”

Hikayeyi burada sonlandırmış olmam sonuçsuzluk gibi görünse de hakikatın kendisidir. Çünkü hepimizin hikayesi yarım.  Hepimizin hikayesi tekrar dirilmek üzere yarım kalmıştır. Hikayesinin ne zaman biteceğini bilmediğinden, Zahid, yanlış parayı bulmak korkusuyla parayı aramayı ama yanlış parayı bulmak korkusuyla bulmamayı tercih etti. ‘Şey’i doğru bulmak’ ya da ararken kendi doğruluğunu yitirmemek kişinin daima kendini temaşa etmesiyle süren bir yolculuktur. Zahid doğrunun hedefine doğru kalmayı koyar. Doğru kalmanın onu ulaştırdığı sonuçsuzluktan da razıdır.

Doğruyu ararız ama doğru aramayız. Bunda bir kötülük yoktur diyenler doğruyu bulmanın bazen nelere taalluk ettiğini hesaba katmazlar. Yanlış yöntemler, yanlış yollar da bizi bir takım doğrulara ulaştırır. Doğru şeyin kendine hayır getireceğine inanır insan, bu yüzden kendi doğruluğunu ihmal eder.  Doğruya, ulaşmıştır ama eğri.

Akıllara şöyle bir çelişki gelebilir. Doğruya ulaşamayan nasıl doğru kalabilir? Doğrunun ya da yanlışın kişiden kişiye değişmediği, haramın ve helâlin mutlaklığından gelir. Doğru ve yanlışı ‘bana göre, bence’lerle şahsi meselesi haline getirenler haram ve helâlin mutlaklığını da çiğnemiş olurlar. Çelişkinin sebebi ahlâki olsun olmasın kavramlarımızın şahsileşmesi. Kavramları şahsileştirdikçe yani kişisel hale getirdikçe, kavramlarımızın inşa ettiği şahsiyeti bertaraf ederiz. Bir milletin kavramlarından ortalama insan profili veya bir şahsiyet teşkil etmiyorsa o milletin varlığı, ölçüsü kalmamış demektir. Bunu dilerseniz kültürel zenginlik, çok renklilik adı altında şirinleştirebilir, güzelleyebilir hatta hakikat olarak da sunabilirsiniz. Ama Allah’ın ipine sarılmış insanların bu çeşitlilikle orantılı olmayacağını ağyar da bilir, taşlar da…

İnsanı, doğruya ulaşmak mı, doğruyu ararken doğru kalmak mı safiyane kılar? Doğru şeye ulaşamama ihmali korkutur insanı. Çünkü üstünde yaşadığımız dünya başarı ve sonuç odaklı bir dünyadır. Mesele her ne olursa olsun amaç ulaşmak veya sonuca varmak üzere kurgulanmıştır. Fakat Allah kullarını ödüllendirmek için önlerine aşılması gereken bir “finish” çizgisi koymaz.

İsmet Özel, “Kalbime döneceğim ama hangi yolla?” diye sorar bir şiirinde. Şeyh Galip’in Hüsnü Aşk’ını okuyan bilir: Aşk’ın ulaşmaya çalıştığı, çeşit çeşit imtihanlardan, yollardan geçip vardığı Hüsn kendi kalbidir. Aşk, bunu, yolun sonuna getirildiğinde fark eder veya ona gösterilir. Çünkü o çetrefilli yollarda çaresiz kaldıkça hatırlamış yani kalbine dönmüş. Kalbine döndükçe, şarkıya dönmüş, eve dönmüş.

Acaba biz de dönebilecek miyiz?

Bir yanıt bırak
You must be logged in to post a comment.