
1
Denizin derinliklerinde bir dalgıç. Bir köşeye büzülerek inim inim inliyor. Gözyaşları denize karışarak şiiri ve sihri ilham ediyor. Deniz dalgalanıyor. Dalgıç boğuluyor. Deniz de mi gözyaşın da mı? Şiirden mi sihirden mi?
2
Rüyadan bir kare. Alt alta ve yana dizilmiş kargo kolilerinin arasındayım. Ayağıma takılan renkli koliyi açtığımda cennet cehennem vadisinin ortasında koşturup duran bir çocuk görüyorum. Vadinin çiçekli ve sulak; ‘’cennet’’ denilen kısmından kopardığı çiçekleri vadinin susuz ve çorak; ‘’cehennem’’ denilen kısmına götürüp ekiyor. Ta ki cennet vadisinde çiçek kalmayıncaya kadar. Çocuğa neden böyle yaptığını sorduğumda cennet ve cehennem vadisinin ismini, cehennem ve cennet vadisi olarak değiştirmek için yaptığını söylüyor. Bunu alt alta ve yana yana dizilmiş kolilerin ters yüz edilmesiyle açıklayabiliriz belki. Vadiyi ters yüz etmek, her şeyi ters yüz etme istemiğimizin Freudvari izahı olabilir mi? Ya da bir nevi kişisel katarsisle ruhumuzu, patolojik ve nevrotik yönlerimizden kurtarmaya çalışırken dış dünyanın mahvına sebep olmamız?
3
Hep fısıltıyla konuşan bir adam yürüyor caddede. Birisiyle konuşuyormuş gibi ağzı ve kolları sürekli hareket halinde. Görenler cinlerle konuşan bir deli olduğunu düşünüyor. Cinlerden bazıları ise kendileriyle iletişime geçmeye çalışan bir deli zannediyorlar. Tuhaf haline rağmen birinin dikkatini çekmek için önünden en az iki kez geçmesi gerekiyor. Oda da sessizlik içinde yalnız başınıza oturursunuz ve tam kapıya doğru baktığınız da eşikten bir cisim geçiyormuş gibi hissedersiniz. İşte bu adam benzer bir şekilde fark edilmeden geçiveriyor dalgın gözlerin arasından. Tanınmak gibi bir derdi yok. Onu asıl gizemli yapan ağzının ve kollarının gizemli ve gayri ihtiyari hareketleri. Sanki kendisine ait olmayan protez organların tahakkümü altındaymış gibi. Bu hareketleri bilerek yapmadığını, eskiden önemli bir pando(mim) sanatçısı olduğunu ve zamanla sıyırdığını öğrendim. Belki günün birinde kelimelerle anlaşamayan ve zamanla konuşma vasfı kaybolan insanlar çözümü yüz mimiklerinin ve beden hareketlerinin abuk sabuk dansında bulacaklar. Ve delilerin başrolde oynayacağı sessiz sinema karnavalında histerik ataklar, insanların ilk kez başkalarını değil kendi kedilerini taklit etmenin bir başka gösterisine dönüşecek.
4
Şaman geceyi ehlileştirmek için yere kocaman bir daire çizdi. İğde acının etrafından aldığı gübreli toprağı dairenin içine eşit hizada dağıttı. Sağ elini sağ cebine sokarak üç kere şıklattı. Sol ayağının topuğuyla zemini eşeledi. Nebulanın arasında yıldızlar parıldadı. Gök delindi. Dairenin tam ortasına kuvvetli bir yağmur boşaldı. Şaman fiziksel ve zihinsel çabasından umutluydu yine de işi hızlandırmak için şairden yardım istedi. Şair gelir gelmez koyu karanlık bir anda ışıdı. Şimşek çaktı. Şaman parçalandı. Şair anladı: Geceyi ehlileştirmeye çalışanlara karşı gece daima ihtiyatlıdır.
5
Köşe başında üç kişi. Her birinin gözlerinde kargaşadan ve kalabalıktan uzaklaşmanın verdiği rahatlık var. Etraflarında her şey bir tür telekinezi ile hareket ediyormuşçasına ilerliyor. Sokak köpekleri hariç. Onlar şehir hayatına adapte olamamanın çilesini orada burada miskince yatarak bastırmaya çalışıyorlar. Bir tür umursamazlık ve kayıtsızlık içerisinde soğuk ve sıcak fark etmeksizin sakinliklerini muhafaza ediyorlar. İnsanların müzikle kendilerinden geçtikleri anda, körlerin, amaların birbirlerine çarpa çarpa ilerledikleri tuhaf kalabalıklarda derinlerinde saklı bir bilgelik varmış gibi. Ve insanların tam bir bağnazlıkla bağlı oldukları dehalarına karşı sürekli kendi dehalarını gizlemeye çalışmakta köpeklerin sadakatinin bir parçasıymış gibi.
6
Dört yollu caddenin tam ortasındayım. Sağa doğru yöneldiğimde ‘’make tea no war’’ pankartlarıyla bir grup insan. Sola yöneldiğimde ‘’arkamdaki insanlar hiçbir şey göremiyor’’ pankartlarıyla bir grup insan. İleriye doğru yöneldiğimde ‘’hem eşcinseliz hem şekeriz’’ pankartlarıyla bir grup birey. Geriye doğru yöneldiğim de ‘’kahrolsun bazı şeyler’’ pankartlarıyla bir grup insan. Sanki etrafımı saran ve giderek küçülen bir dairenin içinde boğuluyormuşum gibi hissediyorum. Bu insanlar düşüncelerin, tutkuların, meydan okuyuşların, hırsların ve rekabetlerin yılmaz bekçisi değil. Aksine kendilerini boğan basmakalıp düşünce çemberinin tutsakları. Aynaya buğulu gözlerle bakıp kendilerini olduklarından daha farklı görüyorlar ya da simetrisi bozulan aynalara bakıyorlar. Sonra aynayı çatlatıncaya kadar bağırarak, paramparça olan aynada kendi parçalanmışlıklarını izliyorlar. Binlerce kişinin aynı anda tek tek teatral deliliğe tutulduğu sırada caddenin tam ortasından göğe bakıyorum. Aniden beliren hortum beni içine çekip etrafımdaki çığırtkanları dağıtıyor. Elimde nerden geldiği belli olmayan bir pankartla uyanıyorum: ‘’Kalabalıktan nefret ederim.’’
7
Artık sokakta ergenlerle karşılaştığımızda onların acayip hal ve hareketlerini daha az garipsememiz gerekiyor. Çünkü onlar elektronik cihazların kullanıldığı devirde doğmadılar, onlar şarj aleti, kulaklık ve wifi sağlayıcı gibi elektronik cihaz aparatlarının çok işlevli ikizi olarak doğdular. Babalarımızın nesli görkemliydi, dedelerimiz nesli onlardan daha görkemliydi. Şimdiki nesil de bir sonrakinden daha görkemli olacak. Yahut daha görkemli olmasa bile öyle olduğunu dikte edeceğiz. Çünkü biz yüz yıllardır dede-torun arasında süregelen ilişkiyi genelledik ve sindirdik. Bu durumda sabit bir görkemle beraber sürekli düzelen nesillerden değil yalnızca değişen ve dejenere olan nesiller ve algılardan bahsedebiliriz.
8
Mekanla duygu durumları arasında garip hisler, hissedebilenlere özgü bir nimet olarak her an bizimle. Beşiktaş, Nişantaşı, ve Bebek’te yürümekle Üsküdar, Fatih ve Eminönü’nde yürürken hissedilen fark giderek siliniyor. Bütün semtler birbirlerine ayna tutuyormuş gibi her türlü farklılığı yok eden bir aynılığın içindeler. Burası daha muhafazakâr derken ansızın beliren beyaz baldırlar, absürt giyimler, fino köpekler, palyaçovari tipler. Hep homo erectus pek az homo habilis. Burası daha seküler derken ansızın beliriveren sarık ve cübbeler, yanlış tesettür yarışmasından çıkıyorlarmış gibi farklı farklı bağlanmalarla örtünmüş başlar ve yine palyaçovari tipler. Aslında kenti istila eden tek bir tipoloji var: Homojen insan tipolojisi. Keskin ayrımların ortadan kalktığı, iç içe geçmelerin, birbiri içinde eriyişlerin, görünümü ve fikirleri arasındaki çatışmayı birbirlerini normalleştirerek yok saymaya çalışan insanların aynalaşan yüzleri. ‘’Ben sen de bir anormallik görmüyorsam sen de ben de görme! -Bütün anormalliğime rağmen-’’ ya da ‘’senin bende anormal gördüğün şey bana göre normal olabilir’’ ve sonucu ne olursa olsun ‘’herkesin hayatına kimse karışamaz’’ klişesine çıkan garip bir durum. Kısaca her koyunun kendi bacağından asılmasını hoş gördükten sonra ortada bacağından asılmamış koyun kalmaması durumu.
9
Morg da çalışan iki ceset yıkayıcısının, ölen insanların hayat hikayelerini ve ölüm sebeplerini tahmin etmeye çalışarak eğlendikleri bir gece. Cinayet, intihar, kaza, hastalık gibi farklı şekillerde ölen insanların hepsi onların önünde aynı tepkiyi veriyorlar; kıpırdamayarak ve sükunetlerini bozmayarak. Ölülerin kendileriyle dalga geçen insanlara ses çıkarmaması iç organlarıyla bağlantılı. Yaşarken aldıkları sakinleştiriciler, ağrı kesiciler iç organlarının reaksiyonları kırarak zamanla onları tepki veremeyecek hale getirdi. Sinirlerin, kasların ve tendonların acı çekmesine fırsat verilmedi. Bu yüzden bütün cesetler yavaş yavaş uyanıp gözlerini açmaya başladıkların da boş gözlerle etrafa bakmaktan başka bir şey yapmayacaklar. İki ceset yıkayıcısı, onların gözlerine baktıkların da tahminlerinin doğru olup olmadıklarını anlayacaklar. Çünkü ölü de olsa gözlerden şu üç şey daima okunur; hikayeler, sırlar ve cesetlerin hayatları boyunca vermek istedikleri mesaj.
Ömer Talha KAVAS