
Geçen her günün sonunda
kadına
Tanrılar gibi,
suya
ateş kadar önem veriyor,
bir kolunu,
Keops Piramidi’nin altında bırakan,
teni diğerlerinden daha açık olan işçi
Buğday ununu tercih edip,
sarhoş olmuyor,
minnet etmeden yaşayıp
çok içince evine dönemiyordu,
geceleri karanlık korkusunu
sessizce
Ra’ya dualar ederek unutan işçi
Kırıldığında
gururunu çiçeklerden topluyor,
malihulyaya daldığında
güzel sözler söylüyor
ve kimseye karışmadan kendi kendine yaşıyordu
kendi kendine yaşamayanları mahrum gören işçi
Nil Nehri’ne tersten bakıp,
sel bastığında
“Kralımız takvimi bulacak,
az daha sabır” diye bağırıyor,
her badireyle alay edip,
yaşamını
aşka borçlu olduğunu söyleyen işçi
Kral Khufu’ya bir kolu verince
“artık bende cennetin anahtarı” diye düşünüp
diğerleri gülünce,
“onlar zaten diğerleri” diyor,
her tartışmadan kendini, haklı çıkaran işçi
Usturasını medeniyetle bileyip,
kısık sesle krallara ortak koşarken
onların da öleceğinden bahsediyor
öldüğünde külleri kuma gömülen işçi
Sonra bir vakit gelmiş
çok sıkılmış gurup vaktini seyre dalmaktan,
bana yeni ufuklar lazım deyip
binmiş atına,
hanımı çiçeği burnunda,
doğmamış çocuğu dertli,
konu komşuya kapı kapı vurup kendi söylenip,
herkesi
hiç olmadıkları kadar çok sevmiş
aynalarda kendini başkasıyla göremeyen işçi
Yakuphan Ustaoğlu